Sınav Sistemimiz mi Bizi Bozuyor? Biz mi Sınav Sistemini Bozuyoruz?

Doç. Dr. Bayram ÖZER

 

Biraz uzun oldu ama LGS ve sınav sistemimizle ilgili bir değerlendirme yapmaya çalıştım.

Sınav Sistemimiz mi Bizi Bozuyor? Biz mi Sınav Sistemini Bozuyoruz?

Ne olacak bu devletin hali

Devletin eksiklerini görüp düzeltilmesi için çabalamak önemli. Ama hiçbir işe yaramayan ve sonucunda hiç kimseye yarar sağlamayan sadece eleştiriden ibaret olan, bir önceki söylediğini yanlışlayan türden serzenişlerin anlamlı olmadığı ve fikri geliştireni de değersizleştirdiğini bilmek lazım.
Aslında kapitalist ve küresel düzen kurucuların bir tuzağı olan PISA gibi uluslararası görünümlü, ekonomideki kredi derecelendirme kuruluşlarının mantığıyla çalışan sınavlar her yapıldığında, bu sınavlardaki soruları çok beğenerek bizim sınavlarımız niye böyle değil diye yakınıp duruyorduk. O uluslararası sınavlardaki sorulara şu anda yeni nesil sorular deniliyor bizde ve LGS de kullanılıyor artık. Yakın bir zamanda YKS de de kullanılacak ve daha önce de kullanılmıştı.
Ülkemizi sınavlar cenneti olmaktan kurtaralım diye bir bakış açımız ve değerlendirmemiz var. Buna dayanarak da her ulusal sınavdan sonra farklı şekillerde ve çoğu eleştirel olan çok sayıda değerlendirme ve tartışma yürütülüyor. Aslında burada mevzu olan konu sınav değil talep meselesi. Konuyu şöyle anlatmaya çalışayım.
Sadece eğitim sistemiyle ilgili olmayan ve farklı bir sürü unsurun sistematik ve uzun süreli çalışması sonucunda, ülkemiz insanında mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde ve mümkün olduğu kadar kolay yoldan rahat bir hayata ulaşma hedefi, insanların önüne hayatın yegâne gayesi olarak konulmuş durumda. Bu gayeye ulaşmak için de sistemin nasıl işlediğini herkes biliyor. Belli standart yollardan standart sınavlara girerek devlete kapağı attığın anda artık gerisi kolay. Ondan sonra istediğin işi yapabilirsin. Kendini geliştirebilir ya da hayallerinin peşine de düşebilirsin (öyle bir enerjin ya da derdin varsa ve bu konudaki zahmete katlanabileceksen. Çünkü devlet memurluğu insanları tembelliğe alıştıran, kanun ve kuralların güvencesi altında nasıl çalışmadan maaş alabileceğini çok kısa sürede öğreten bir sistem. Bu sisteme girdikten sonra insanlarda üretme enerjisi çok kalmıyor artık. Bütün mevzuat çalışanlara eziyet etmek için uygulanıyor ve çalışmayanı koruyor). Çünkü geçinme konusunu asgari şartlarda da olsa çözmüşsündür artık.
İnsanların tamamen rahat bir hayat yaşamak ve mümkün olduğu kadar az çalışarak çok kazanmak için ulaşmak istediği devlet kapısına ulaşmak için geliştirilmiş olan sınavlar burada devreye giriyor işte. Bu bakış açısı ve anlayışın sonucu olarak da şu anda başta yüksek öğretim sistemi olmak üzere orta öğretim de dahil olmak üzere eğitim sistemimizdeki mevcut nüfusun en az yarısı hiç olmaması gereken yerde hiç girmemesi gereken sınavlara giriyor.
Niye?
Çünkü sınavda önceden belirlenmiş seviyede bir puan alarak önceden belirlenmiş ve daha iyi eğitim vermesi beklenilen okullara giderek daha iyi bir eğitim ve diploma aldıktan sonra daha iyi bir üniversiteye gidilebileceğini düşünüyor insanlarımız. En sonunda ise bir üniversite diploması alarak daha iyi bir iş bulma ihtimali artacak çünkü. Yani “hele bir diplomayı al da işi nasıl olsa buluruz” veya “hele bir üniversiteyi oku da işi sonra düşünürüz” gibi yaygın bir düşünce var.
Yani sistem tersinden işliyor. Aslında olması gereken insanlarımızın mümkün olduğu kadar erken yaşta bir iş veya bir meslek öğrenmeleri ve bu iş ya da mesleğinde uzmanlaşmak için ise daha iyi eğitim almaları gerekir. Bu eğitim standart ve örgün olarak kamu kaynaklarıyla yapılan eğitim değil, daha çok işin başında ve yaygın ve sivil yollarla yapılan eğitim olmalıdır ve mesleğin pratiği ile ahlakını içermelidir. Bu meslek ya da işlerden bir kısmı da doğrudan eğitim yoluyla kazanıldığı ve yüksek dereceli diplomalara bağlı olduğu için o kısım işleri yapacak kişilerin yüksek eğitim almaları yeterlidir. Bu kısım ise mevcut öğrenci nüfusumuzun en fazla üçte birine denk gelir. Diğerleri ise mesleği ya da işi yerinde öğrendikten sonra isteğe bağlı olarak ve kişisel tercihe göre yüksek dereceli eğitim alabilir ve almalıdır.
Dolayısıyla şu anda şikâyet ettiğimiz sınavlarla ilgili sorunların önemli bir kısmı o sınava hiç girmemesi gereken ama mevcut sınavların her türlüsüne giren nüfusun yaklaşık yarısıyla ilgili.
Bu nüfusun okul hayatına baktığımız zaman şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz.
Okula başladığı günden itibaren sürekli ona; “çalışırsan başarırsın”, “zeki ama çalışmıyor”, “biraz daha çok çalışması lazım”, “biraz özel ders ile desteklerseniz olur” vb. motivasyon konuşmaları yapılmış. Bu bireyler ve aileleri neredeyse hiçbir zaman gerçek bir değerlendirmeyle karşılaşmamışlar. Karşılaşanlar da bu tür gerçek değerlendirmeleri kabul etmemişler. Lise bitip de üniversite sınavına girinceye kadar hemen hemen her veli çocuğunun iyi bir çalışmayla iyi bir üniversiteyi okuyacağını, bunun için iyi bir okul ve iyi bir öğretmene ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Eğer sonuç beklediği gibi olmuyorsa sistemi, öğretmenleri ve okulu suçluyor. Çünkü bilinçaltına “her çocuk öğrenebilir” diye bir düşünce yerleştirilmiş. Bunu da bir türlü Milli olamayan “Evrensel Eğitim Sistemimiz!”, “eğitimde fırsat eşitliği! diye” çok süslü ve insani görünen ama sistemi zehirleyen bir felsefeyle bilinçli bir şekilde uyguluyor.
Lafı çok uzattım ama toparlıyorum artık.
Son söz olarak
Devletin işleyişi ve görevi açısından baktığımızda “eğitimde fırsat eşitliği” oldukça anlamlı ve güzel pratiklerle uygulanıyor. Üniversite de dahil olmak üzere eğitimin ücretsiz olması, ders kitaplarının ve yardımcı ders kitaplarının ücretsiz dağıtılması vb. devletin vatandaşını düşünmesi, sosyal devlet anlayışına uygun pratikler. Ne var ki bu uygulamaları sınıfta kalmama ve okula devam konusunda zorlayamama gibi uygulamalarla desteklediğinizde eğitimde kalite unsuru ortadan kalkıyor. Eğitim doğası gereği ve Türk insanının genetik yapısından dolayı ciddiyetle ve yoğun disiplin altında yapılması gereken bir şey. Ancak asgari düzeyde ve alt seviyelerde eşitlik olarak uygulanan fırsat eşitliği ve öğrencileri tembellik ve laubaliliğe sevk eden disiplinsizlik sorunu “fırsat eşitliği” yerine “fırsatçılığa” dönüşüyor. Eline fırsat geçen hiç kimse fırsatı kaçırmamak için hak ya da hukuka bakmadan ve doğru ya da yanlış olduğunu düşünmeden her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. Fırsatları değerlendiremeyenlere başarısız olarak bakılıyor çünkü. Zira modern hayat insanların günün sonunda neye ulaştıklarına bakıyor. Nasıl ulaştıklarına değil. Çok para kazanıyorsan veya yüksek bir makama ulaştıysan başarılısındır. Nasıl ulaştığını kimse sorgulamaz. Çünkü sistem çalışanla çalışmayanı, bilenle bilmeyeni, iyi niyetli olanla kötü niyetli olanı birbirine karıştırıyor. Sistemin içerisinde doğru yönlendirmelerle herkesin kendine uygun alanlara yönelmesi ve doğru zamanlarda doğru tercihler yaparak kendine en uygun iş veya mesleği seçerek onun eğitimini alması ya da o işi yapması gerekirken, sistemdeki bu sorunlu bakış açısı ve uygulamalardan kaynaklı olarak herkes kendisini üniversiteye ve akademik bir eğitim ve iş yapmaya uygun görüyor. Buna bağlı olarak da LGS, YKS, KPSS gibi aslında bir mesleği veya yapabileceği bir işi olmayan ve devlete kapağı atarak rahat bir hayat yaşamak isteyen insanların sürekli başvurduğu bir kapı haline geliyor. Bu sınavların sonucunda da bizler aslında sınavla ilgisi sonucu itibarı ile olan, ama temelde daha alt kademelerdeki doğru kişilerin akademik eğitim almasını sağlayamamaktan kaynaklanan sorunu sınav üzerinden eleştirip duruyoruz.

O halde ne yapılmalı
1. Eğitimde fırsat eşitliği sadece başarısız olan ya da yavaş öğrenenlerin ve ekonomik kaynakları kısıtlı olanların desteklenmesi anlamına gelmemektedir. Başarılı olanların, hızlı öğrenenlerin ve yeterli ve iyi kaynakları olanların da kendi şartlarına göre değerlendirilmesi ve doğru eğitim almalarını sağlamak olarak güncellenmeli ve uygulamaları da ona göre yapılmalıdır. Asgari düzeyde eşitlik sağlamak görece daha kolaydır ancak, bu anlayış üstün başarılı, aykırı, yaratıcı, hızlı öğrenen ve üstün yetenekli bireyleri sorun olarak görür. Zenginlere düşman olmaya benzer bir bakış açısıyla (Bu bakış açısı bütün zenginlerin haksız yollarla zengin olduklarını ve fakirlerin haklarını gasp ettiklerini varsayar. Burada zenginlerin yerini hızlı öğrenenler ve yetenekli aykırı öğrenciler almaktadır) onları bir nevi düşman ilan eder. Ancak toplumsal başarı hep birlikte gerçekleşmeyeceği ve toplumdaki başarılı ve yetenekli insanların başarıları sayesinde toplumsal başarının mümkün olabileceğini kabul etmez ve bu bireyleri doğru şekilde değerlendirmezsek toplum hep birlikte yavaş ilerleyecektir. Bu yüzden hızlı gidenlerin önünü açmak ve onların toplumu ileri çekmesini sağlamamamız gerekir. Hep birlikte yavaş gidelim mantığından kurtulmamız gerekmektedir.
2. Başta üniversiteler olmak üzere ders geçmek veya sınıf geçmek bu kadar kolay olmamalı. Özellikle üniversitelerde üniversiteye başlayan herkes çok az bir çaba ve gayretle okulu bitirebiliyor. Alt kademede de durum bundan çok farklı değil. Öğrencinin dersten kalması ya da sınıfta kalması neredeyse imkânsız gibi bir şey. Bu yüzden de herkes okuyabileceğini düşünüyor. Üniversitelerde dersler zorlaştırılmalı ve dersin gereği ne ise ona göre hareket edilmeli. Öğrencinin seviyesine göre değil. Eğer bir sınıfın tamamı dersin gereklerini yerine getiremediği için başarısız oluyorsa, bağıl değerlendirme gibi yöntemlerle başarısızların içinden başarılılar seçilmemeli.
3. Başta akademisyenler olmak üzere öğretmenler ve bütün öğreticilerin öğreticilik yeterlikleri doğru ve geçerli yöntemlerle ölçülmeli ve performans değerlendirmesi yapılmalıdır (tabii ki performans değerlendirme doğru yöntemlerle ve adil bir şekilde olmak koşuluyla. Bizde kayırma olmadan bu yapılamaz, kayırmayı da önlemek mümkün olmadığına göre performans değerlendirme yapmayalım o zaman doğru bir bakış açısı değil).
4. Üniversitelerde harç ücretleri tekrar getirilmeli, başarılı bir şekilde üniversiteyi kazanan ve ekonomik imkanları kısıtlı olanlara başarıları devam ettiği müddetçe devlet destek olmalı. Öğrenciye hiç maliyeti olmayan ve çok kolay bir şekilde bitirilebilen üniversitenin ve aldığı her türlü eğitimin değeri olmuyor. Öğrenci bir şekilde zorlanmalı ve aldığı hizmetin bir bedeli olmalı. Çok kolay yoldan ve maliyetsiz bir şekilde kamunun kaynaklarını ömür boyunca kullanıp, bir meslek sahibi olduktan sonra, sahip olduğu mesleğin ve kendisine sağlanan imkanların değerini bilmeyen bir takım öğrenciler daha sonra ülkeyi karalayarak terk ederken havalanından resim paylaşıp bir de üstüne mağdur edildiği gibi bir hezeyana kapılabiliyor.
5. Ders kitapları ya da yardımcı ders kitapları ücretsiz olmaktan çıkartılmalı.
6. Öğrenciler okudukları okulların temel hizmetlerini kendileri yapmalı. Okullarda hizmetli gibi bir çalışan olmamalı (bu konuyla çok alakalı gibi görünmeyebilir ama hazırcılığa alıştırmamak için işe yarayabilir).
7. Öğretmenlerin itibarı ile birlikte sorumlulukları da artırılmalı ve kendilerini geliştirmeleri için zorlanmalıdırlar. Öğretmenlerin kendilerini mesleki ve kişisel anlamda geliştirmesi keyfi bir şey değil zorunlu olmalı ve bunun değerlendirmesi yapılmalıdır. Öğretmen bilmesi gereken teorik bilgiyi bilmeli ve kullanması gereken teknolojiyi kullanmalıdır. Bu tercihe bırakılmamalı ve kişisel bir seçim olmadığı gerekiyorsa yaptırımlarla hatırlatılmalıdır.
8. Ulusal sınavlara her isteyen öğrenci girememeli, sınava girmek için bir alt kademeden o sınavla ilgili belli akademik ya da pratik yeterliğe sahip olduğuna dair bir derecelendirmeye önceden tabi tutulmalıdır. Örneğin LGS sınavına girmek için ortaokul öğretmenlerinin uygun görüşü ve akademik anlamda belli bir not ortalaması istenebilir (Bu arada ortaokulda sınavlar hakkıyla yapılmalı ve öğrenciler gerçek değerlendirmelere tabii tutulmalıdır. Şişirme puanlar verilmemelidir).
9. Üniversite sınavında ise sınavları üniversiteler ya da üniversitelerdeki her akademik birim kendisi yapmalı. Üniversiteler mezun ettikleri öğrencilerin başarılarına göre değerlendirilmeli ve gerekirse puanlanmalı. Üniversiteler öğrenci seçmek ve başarılı öğrencilerin kendilerini tercih etmesini sağlamak için farklı projeler geliştirmeli
10. Son olarak da konunun biraz dışında olmakla birlikte acil bir konu olduğu için eklemek istedim. Ülke olarak sanal eğitim ve sanal üniversiteler konusunda mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde harekete geçilmelidir.
Saygılarımla
Doç. Dr. Bayram ÖZER

Bir yanıt yazın